Yazlık: Şehirlinin Yüzleşmesi

Salt Beyoğlu’ndaki “Yazlık: Şehirlinin Kolonisi” sergisi kapılarını açtığı şehirlisine sanatsal bir paylaşım sunmaktan çok sosyolojik bir yüzleşme sağlıyor. Genel olarak bakıldığında dokümantasyona dayalı bir belgesel sergi formunda olduğu için, ziyaretçi ve sergi arasında doğrudan bilgi akışı olduğu söylenebilir. Serginin bu üslubu içinde “yazlık” olgusunu ele alış biçimini incelerken, ağırlıklı olarak ön plana çıkarılan bazı tartışma noktaları hakkında kendi düşüncelerimi aktaracağım.

Her şeyden önce “yazlık” ya da “sayfiye” kavramı, bütün yönleri ele alındığı takdirde tek bir sergiyle sunulamayacak kadar geniş olduğu için, Salt Beyoğlu’ndaki serginin de bu ana çerçevenin içini doldurmasını beklemek hiç gerçekçi olmaz. Diğer yandan “Şehirlinin Kolonisi” alt başlığı bize hangi sularda yüzeceğimize dair daha çok ipucu veriyor. Bu anlamda, serginin giriş katında resimlerle, deniz eşyalarıyla, gazete haberleriyle, şezlonglarla canlanan genel yazlık havasını serginin diğer bölümlerinde bulamamamız da bir tesadüf değil, aksine ele alınan konuyu ifade etmek için seçilmiş bilinçli bir yol denilebilir.

Üst katlara çıkıldıkça “Şehirlinin Kolonisi” alt başlığının da giderek daralıp belirginleştiğini görüyoruz. Özellikle mimari konusunun yakinen incelenmesi serginin farklı birçok görsel ifade yolunu gayet başarılı bir şekilde kullanmasına olanak sağlarken,  birey-doğa-toplum ilişkisinin modern zamandaki kısa ama yoğun sürecini de ortaya koyuyor. Bu çerçevede sergiden iki örneğin farklı açılardan beni düşündürdüğünü söyleyebilirim.

Bunlardan ilki, arşivlerdeki çizimlerin üç boyutlu canlandırmalarının güçlü vurgusu yanında, mimarinin toplum ve doğa ile bağlantısına naif bir şekilde dikkat çekildiğini düşündüğüm kısım oldu. 90‘ların komedi dizisi Yazlıkçılar’ın açık hava sinemasını andıran bir şekilde perdeye yansıtılması o dönemin ruhunu yansıtması açısından hoş bir ayrıntı diye düşünüyorum. 90‘ların 2000‘lere göre daha az bireyci, mahalle/aile bağları yoğun yapısının sosyalleşme ve mimari ile olan etkileşiminin bu örnekle doğrudan verildiğini iddia etmesem de, şimdi neredeyse kalmamış olan yazlık açık hava sinemasının bende hiç bir çağrışım yapmadığını söyleyemem.

Diğer yandan asıl değinmek istediğim nokta serginin adında da açıkça geçen kolonileş(tir)me mevzusu. Bu konu sayfiyelerin yaratılması, şehirlilerce ele geçirilmesi, oradaki kültürün yeniden üretilmesi süreçlerini kapsayacak şekilde beyaz plastik yazlık sandalyesi üzerinden de konuşulabilir ancak sürece yapılan vurgunun bir noktayı gölgelediğini hissediyorum. Yan yana ve önlü arkalı biçimde kumsala sıralanmış gibi duran şezlonglar ve sandalyeler genel olarak sayfiye hakkında konuşulabilecek güzel kapılar açan bir resim olarak aklımda kaldı. Ancak bu görsel sadece üstte sıraladığım gibi kabaca şehirlinin kolonileştirme sürecini hatırlatıyorsa, o zaman cümlemizi eksik bırakıyor olabiliriz. Bu kısmı, doğanın bireysel sömürüsünün sınıf sınıf, zevk zevk ve renk renk birçok çeşidinin sere serpe sergisi olarak görebiliriz. Bir parçası olduğumuz doğa ile sürekli olarak tahakküm ilişkisi kurmamızın ve sınıfı ne olursa olsun ister yazlıkçı ister günübirlikçi, ister tahta şezlong ister beyaz plastik sandalye ile gelen herkesin konduğu o alanı işgal etmesi ve direk kendi kullanımına açması sorunun çıkış noktası değil mi? Doğada elimizi sürebildiğimiz her parçaya sahip olmayı kendimizde hak olarak görmenin, ulaşılabilir olanın bizde işgal ve aidiyet yanılsaması uyandırması bence asıl konuşulması gereken problemdir. Levent Şentürk’ün sözleri durumu kısaca özetliyor: “Sayfiyedeki insan kendini doğallık diye hayal etmeye yeltenirken ve doğaya kavuştuğunu varsayarken, kendisi başta olmak üzere, bütün yapaylıkları yanında getirmiştir.”[1] Şehirli doğaya kavuşmasını kuma sapladığı sandalyesi olarak hayal ediyorsa eğer, bunu bir doğallık hali olarak adlandırmak çok zor diye düşünüyorum.

 

Son olarak serginin “Topluluk Hali” başlığı altında verilen bölümü hakkında fikirlerimi paylaşmak istiyorum. İlk karşılaşmada çok geniş bir çerçeve çiziyor gibi görünse de Burhaniye Ar-tur ve Datça Ak-tur sitelerine ayrılmış ana bölümle konuyu büyük ölçüde daralttığı için bu başlığın altının tam olarak doldurulmadığını söyleyebiliriz. Oysaki edebiyattan parçalara yer verildiği kısımda bu ‘topluluk hali’nin daha ilgi çekici örneklerini görebilir, ya da site krokilerilerine ayrılmış büyük bölümün biraz azaltılıp çeşitlenmesiyle daha çok derinlik katılabilirdi. Öte yandan “Gündoğan, Bodrum 92-14” adlı çalışma tek bir cümleyle ‘topluluk hali’ni anlatmayı sade ve daha kolay bir şekilde başarıyor diye düşünüyorum.

 

Salt Beyoğlu sanatsal sunumu çok ön plana çıkarmasa da tam olarak göz ardı etmediği bu sergisinde, amaçladığı sosyolojik karşılaşmayı genel olarak iyi bir şekilde başarmış diyebiliriz. Odaklanılmaya çalışılan noktalar daha ilginç ve çok yönlü olarak kurgulansaydı serginin genel havası için daha olumlu bir durum olabilirdi. Yine de şehirlinin, şehrindeki en kalabalık caddelerden birinde kendiyle “sayfiye” üzerinden sosyolojik bir karşılaşma deneyimlemesinin oldukça anlamlı olduğunu düşünüyorum.

KAYNAKÇA

 

Şentürk, Levent. “ Kulüp Tropikal’den Sandıma’ya: Yalıkavak’ta otuz yıl”, Sayfiye: Hafiflik Hayali, der. Tanıl Bora (İstanbul: İletişim Yayınları, 2014), 77.